Yaşam; ömür öykümüzün her deminde bizi karar almaya zorlar. Kararlarımız tercihlerimizdir. Bu bağlamda aldığımız her karar bir seçimdir. Ve seçimler çoğu zaman içinde acı barındırır. Çünkü seçtiklerimiz için seçmediklerimizden/seçemediklerinizden vazgeçeriz.  Her ne kadar doğduğumuz coğrafya kaderimiz olsa da, işimizi, eşimizi, evimizi, siyasi cihetimizi tercih hakkı bizimdir. İyiliğin veya kötülüğün tarafında kalmak da öyle. Burada akla takılan soru ise iyi ve kötü kime göre iyi kime göre kötüdür? O zaman evrensel değerler ve ahlak kuralları işin içine girer. İnançlarınızın bile üstünde duran evrensel etik kuralları toplum nezdinde ya da dünya ölçeğinde iyi ya da kötünün tarafına konumlandırır bizi.

Ülkemiz penceresinden değerlendirdiğimizde yaklaşık kırk yıllık bir mazinin yorumlanabilmesi tarafımızca mümkündür. Tarihin derinliklerinden öğreti olarak aldığımız dünyaya yüzyıllar boyu nam salmış, örnek olmuş kültürümüzün penceresinden bakıldığında da bugünün izahatını yapmakta zorlanmayız. Gerek Selçuklu Devletlerinde, gerek Osmanlı İmparatorluğunda hâsılı İslam dininin kabulünden sonra ecdadın ortaya koyduğu iyilik hareketi dünyanın dört kıtasında uzunca bir dönem hüküm sürmüştür. İlahi uyarıları yüreklere ilmek ilmek işleyen sanat eseri bir toplum oluşturan ecdadın; ülkenin omurgası olarak “insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışı, varlığını yüzyıllar boyunca sürdürmesine vesile olmuştur. İlmin ve fennin peşinden koşan ecdadın evlatları ülkeleri fethetmekle kalmamış bu ülkelerin insan kaynağının yüreklerini de kucaklayıp sevgiyle kuşatmışlardır. Temel değerleri; adalet, hak, hakkaniyet, liyakat olan liderleri vasıtasıyla bireylerin, ailelerin, toplumların kucaklaşmasını sağlamışlardır. Gönülden gönüle sohbetlerin yapılmasına katkı sunmuş, farklı renklere, düşüncelere saygı duymuş “insan” etiketinin dışındaki tüm etiketleri elinin tersiyle itmiş atalarımız bir olmayı, diri olmayı başarmışlardır.

Sanayi devriminin, toplumlardaki değişim hızını yakalayamayan bütün ülkeler, maalesef yozlaşmaya ve çıkar ilişkisine dönen 1900’lü yılların başından itibaren ötekileştirilmeye, yok sayılmaya başlanmıştır. Dirayetli liderlerin yönetimden el çektirilmesi, adalet kavramının içinin boşaltılması neticesinde de maalesef güçlü ülkelerin ya kölesi olmuş ya da tarih sahnesinden silinmişlerdir. Sanayi devriminin hızına yetişemeyen, idari kadrolarda hakkaniyet ölçüsünü göz ardı eden Osmanlı Devletimiz de kaçınılmaz nihai sonla yüzleşmiştir. Birinci Dünya Savaşı ve ardından Kurtuluş mücadelesi neticesinde sekiz yıl boyunca cephelerde bulunan ülkem insanı aydın kesimini şehit vermiştir. Savaş bittiğinde okuma yazma bilmeyen yaşlı dede-nineler ile küçük çocuklardan oluşan bir topluluk bu coğrafyanın kadim değerleri olarak varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları yıkılan ulu çınarın tam göbeğinden yükselen bir filiz olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuş bugün üzerinde kırk kere düşünüp, teşekkürle, tefekkürle yaşamamız lazım gelen vatanı bizlere bırakmışlardır. 1923’lerrde çizilen “muasır medeniyetler seviyesinin ötesinde bir hayat” felsefesi yüz yıllık vizyon olarak ortaya konulmuştur. Lakin gelinen süreçte bunun tam olarak gerçekleşmediğini söyleyebiliriz.

Ülkemin gelişmesi, çağın ötesinde bir medeniyete sahip olması adına vatan için kim ki bir tuğla koymuşsa ondan Allah razı olsun. Cumhuriyetin ilanından itibaren ülke insanına yatırım yapmaya devam edilmiş ancak nefsine yenik düşen, güç eline geçtiğinde idrak yolu enfeksiyonu geçiren söylemlerini eyleme dönüştürmekte aciz kalan yönetim mekanizmasının başından başlayarak, insan kaynağımız insan olma, insan kalma yolunda çok büyük kayıplar vermiştir. Kucaklaşan nesilden, kutuplaşan nesile evirilen halkımız büyük acılarla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Ne zaman toparlansa ağır bir imtihana tabi tutulan Anadolu evlatları zaman zaman bu imtihanda başarılı olamamıştır. Bunun adı bazen kirlenmiş siyaset, bazen okuma kültüründen yoksun bireyler topluluğu, bazen dış güçler olarak tanımlanmıştır. Kanaatim odur ki ülkemizin gelişim hızını kesen en önemli unsur ise ülkeden ülkeye farklılık gösteren eğitim sistemlerinin bir yerlerden alınıp bizim ülke insanına yamanmasıdır. İnanış biçimi, örf adet, gelenek görenekleri farklı toplumların bilimde aynı değerlere vurgu yaparken eğitimde mahallî uygulamalara gitmeleri gerekirdi. Lakin bu bizim ülkemizde olamadı. Son zamanlarda nitelikli okullar olarak adlandırılan eğitim kurumları nitelikli insan kaynağı yetiştirme sorumluluğunu yerine getiremiyor maalesef. Bir toplumu gerçek bilimle yüzleştirmekten alıkoyarsanız, eğitimi bir disiplinler boyutu olarak görmezseniz, kervan yolda düzülür diye düşünür ve uygularsanız nihai son bellidir.  Disiplinden uzak, saygısız bir nesil, elimizde canlı bomba olarak duruyor. Ne Asım’ın nesli ne Nazım’ın nesli… Okul bahçelerinde öğretmenleri yok sayan, sınıflarda dersleri sabote eden, on zayıfı dahi olsa sınıf geçen, çalışanla çalışmayanın aynı fiziki mekândan beslenmesini sağlayan, rehberlik ve yönlendirme kapasitesinin yerlerde süründüğü, velinin baş tacı yapıldığı bir film senaryosuyla karşı karşıyayız. Bizim kültürümüzle, inancımızla uzaktan yakından ilgisi olmayan bu tutum ve uygulamaların doğuracağı en büyük sonuç ise kucaklaşan nesilden kutuplaşan nesile hızlı bir geçiş sağlanması olacaktır. Güçlü olanın haklı yapıldığı, hak ve adalet kavramlarının yok sayıldığı, saygının, sevginin, merhamet duygularının iç edildiği tüm kapasitesi yüksek fiziki mekânlar kapasitesiz bir neslin yetişmesine çanak tutuyor.

33 yıllık eğitimci olarak içim acıyor, canım yanıyor. Yapılması gereken bu ülke insanının tez zamanda ivedilikle fabrika ayarlarına geri dönmesidir. Biz eğitimi ve eğitim ortamlarını tüm uygulamalardan münezzeh ve tüm yapılanmaların üstünde ülkenin beka sorunu olarak görmek zorundayız. Sağı, solu, kuzeyi, güneyi, doğusu ve batısıyla her dem zora düştüğünde kucaklaşan asil millet biziz. Ve biliyoruz ki, Müslüman aynı yerden iki kere sokulmaz. Dünün güneşi ile bugünün çamaşırları kurumaz. Aynı işleri tekrar ederek farklı sonuçlar alınamaz. Dünyada ve benim ülkemde hayat daha hızlı akıyor. Ve ne acıdır ki benim gönül coğrafyamda, can ülkemde hızlı akan hayat, hazmetmeye fırsat bulamadığımız birçok olayı üst üste bindiriyor. Güzel insanlarımız bu yükün altında sevgisini, yaşam huzurunu kaybediyor, tahammülsüzleşiyor, yalnızlaşıyor ve ağır ağır ölüyor.

Eğitim eğitimcinin, tıp tıp duayenlerinin, mühendislik alanı mühendislerin at koşturacağı yerlerdir. Herkesi kendi istidat ve kabiliyeti muvazenesinde yaşatma arzumuzu yüksek tutalım.  Söylemlerin eylemlerle bütünleşmesi, yarınlara taşıyacağımız bir neslin inşası için vazgeçilmezimiz olmalıdır. Allah rızası için yapılan tüm güzel işlere destek verirken, yapıcı eleştirilerimizi de yarınlara bırakmayalım, söyleyebilelim. Kırmadan, dökmeden, darılmadan, gücenmeden, derleyip toplayarak gençliğe sahip çıkalım. Aksi takdirde telafisi güç bir yolda ilerlemeye devam ettiğimizi ve neticesinde de, her geçen gün ziyanda olduğumuzu unutmayalım. 

Saygılarımla

İrfan ERTAV
Yazar

İnstagram: @yazar.irfan_ertav
Facebook: Uzman Muallim  
G-mail: [email protected]

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Hediye Akhisarli 2 ay önce

Durumu gayet güzel ozetlemissiniz sayın Hocam.Guzel ülkem daha güzel yarinlara layık olduğu guzel günlere eğitimle ulaşacaktır Allah'ın izniyle