Bir yanım ağıt bir yanım umut. Neremi tutsam, nereme dokunsam orası buram buram Anadolu kokan türküler gibi. Bizi biz yapan bir türkünün içinden gelip geçmekteyim. Zaman mekâna yenilmiş, mekân zamandan münezzeh. Çocukluğumu hatırlıyorum, gençliğimi! Çocukluğum: Mahalle aralarında sabahtan akşama kadar bir plastik topun peşinden koşmayla geçen hoyratça zaman. Bir kitap için saatlerce yürünen kütüphane yolu. Hafta sonlarını iple çekmenin diğer adı. Haftada bir yayınlanan “Türk Filmi” için gizlice pusuya yatmak, hafta içi tüm görevleri eksiksiz yerine getirmek. Öğretmenlerimizin evlerinde onların devasa büyüklükteki kitaplıklarının gölgesinde ders çalışmak. Cebinde günlerce harçlığın yokken bile mutlu olabilmek. Mahalleler arası maçta yenilmek, yenmek, dayak yemek. Bir kuru ekmeği arkadaşınla bölüşmek. Susadığında en yakın komşunun kapısını çalmak. Tok olduğun halde ısrarla ve inatla sofraya oturmak-oturtulmak. Yeri geldiğinde aç uyumak, sevmek, sevilmek. Bisikleti bugünün en son model arabasından daha kıymetli bilmek. Irmak kenarında balık tutmak, kaçamak yapıp yüzmek. Ayakkabı boya sandığını kaptığın gibi çarşıya yürümek ya da simit tepsisini aldığın gibi soluğu simitçi fırınında almak. Lokantada garsonluk yapmak. Harçlığını çıkarmak. Bahçede amele çalışmak; fındık toplamak, çeltik biçmek, mısır otu kazmak… Siyah beyaz televizyondan renkli televizyona geçmek. Umut etmek yarınlara dair hayaller kurmak. Büyük insan olabilmek adına ailen başta olmak üzere tüm mahalle sakinleri tarafından eğitilmek. Bakkal Osman beyden dal sigara satın almak, tane işi ayva alıp arkadaşlarınla bölüşmek. Akşam ezanından önce evde olmak. Bütünlemeye kalmak, yazın terlemek, kışın donmak… Hâsılı bütün olarak her gün daha iyi bir insan olma yolunda yürümek… Ve bu yolculuğa ortak olan tüm mahalle sakinlerini evdeki ailenden biri görmek, bilmek. 

O güzelim çocukluk yıllarının yansıması olarak bugünlere taşıdığımız hasletler iyi ki de var olmuşlar. Bazen daraldığımız, bunaldığımız zamanlar olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Ailenin yürüttüğü disiplin politikasının mahalle komşuları tarafından ziyadesiyle desteklenmesi ne kadar da önemliymiş. Birbirinin değerini, kadrini kıymetini bilen o güzelim büyüklerimiz yaşanılabilir bir dünya bırakmak adına ne büyük çabalar harcamışlar. Sözün senet olduğu, üzerine başkaca bir işleme gerek duyulmadığı dönemlerden, kardeşine dahi iki günlük borç veremeyen bir zamanın içine düştü olgunluk çağımız. Kendi öz kaynaklarımızın verdiği mutlulukla az çok demeden hayatını idame eden o güzelim insanlar; bugünlerde her şeyin ithal edildiğini, insanların birbirine elinden gelenin en kötüsü ile muamele de bulunduğunu görselerdi zannediyorum büyük hayal kırıklığı yaşarlardı. Evet, kuyruklar vardı, var olanın saklandığı ya da gerçekten az olanın kıymetlendirildiği… Ama insanlar zarifti, nezaketliydi. Aza kanaat ederdi. Yoksa alacak gücümüz komşular umuda yetişirdi. Kendine yetebilen cömert coğrafyalardan biriydi Anadolu’muz. Bugün gelinen noktada kuyruklar var mı, var. Maalesef ülkenin zenginliklerini değerlendiremedik. Bugün çok üzücü ama gerçek. Alım gücünün yeknesak olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Ülkemizi muasır medeniyetler ötesinde bir yaşam biçimine devşirebilme sevdamızı kaybettik. Süründürüyoruz. Yeniden ayağa kalkar mıyız? Elbette kalkar, yeniden şahlanırız. Sadece özümüze, kimliğimize, yozlaşan değerlerimize yeniden sarılarak. Düşünerek, aklederek, sürü psikolojisi ile hareket etmeyerek. Siyasilere kulaklarımızı tıkayarak. Biraz olsun sebep sonuç ilişkisi arasında bağ kurarak. Yalan söyleyen siyasetçilerden uzak durarak… Tek bir isteğimiz olsun bugünün insanından.  Ülkeyi yönetmeye talipli olan ve buna muktedir olan siyasetçilerin dünkü söylemleri ile bugünkü söylemleri arasındaki farkı inceleyin. Ne kadar savrulduklarını göreceksiniz. Yalanla peynir gemisi yürümüyor. Sadece bugünü kurtarmanın derdine düşen ve sadece kendine yar olan siyasi zihniyetin uzağında durmak elzem olmuştur. Vatan, millet, Sakarya teraneleriyle bir yene varılamayacağını bilelim. Bu ülkenin üretken insanları ürettiklerinin ne kadarına ulaşabiliyor. Bunu sorgulayalım. Kapımıza gelen ve oy isteyen siyasetçilerden projelerini dinleyelim, sloganlarını, beylik cümlelerini değil! Sözlerini takip edelim, yapmadıklarının hesabını soralım.

Adaletin, liyakatin, ehliyetin içi hiç bu kadar boşaltılmamıştı. Hal böyle olunca da gencecik dimağların hayalleri suya düştü. Siyasilere yem edildi bir nesil. Garip-guraba çocuklarının rekabet etme şansı ortadan kaldırıldı. Adamın adamı, adamın adamının adamı türedi. Dünün yanlışları üzerine dem vurarak doğru olanı inşa etmeye çalışanlar dünü mumla arattı. Nitelik kayboldu. Nicelik baş tacı yapıldı. Bu günlerde maalesef bir grup insanın, başta dini terminoloji olmak üzere kullandığı farklı üç beş argüman etrafında dolanan kısır bir döngü gerçeği var. Ve soran, sorgulayan insan sayısı azalmış durumda. Bilimle, ilimle geçirilmesi gereken zaman; filmle, sosyal ağlarla malayani işlerle geçirilince düşünce melekesi de kendine manevra kabiliyeti bulamıyor. Hal böyle olunca da yeni nesilde bir hayal kırıklığı, inançta bozulmalar yaşandı. 

Deizm başta olmak üzere gençlik bu ülkenin anahtar kavramlarından, kültür değerlerinden hızlıca uzaklaşıyor. Bunun en büyük sebebi ise maalesef siyaset ve onun çıkar grubu paydaşları… Arthur Schopenhauer çok güzel bir sözü vardır. Aşkın dayatma çabası aşkta nefreti, Dini dayatma çabası dinde nefreti doğurur. Çünkü bir insana bir şeyi zorla öğretmeye kalkarsan ondan uzaklaşır ve birçok şeyi yasaklarsan o şeye o kadar ilgi duyar. Siyasetin kullandığı dil bugün topluma örnek olacak bir dil değil. Yeni neslin her şeye hızlı erişimi mümkün. Bilgi kirliliği içinde doğru bilgiye ulaşmasını zor kılarken bir de gençliğe rehberlik etmekten ırak bir siyasi zihniyet toplumda derin yaralar açmaya devam ediyor. Çocukların ve gençlerin İslam dini gibi muhteşem bir dinden uzaklaşmasının sebepleri maalesef büyüklerin yürüttüğü yanlış politikalardır. Ülkemizdeki siyasal havuzun içinde bulunan iktidarı, muhalefeti bir kez daha başını iki ellerinin arasına alıp ciddi anlamda düşünmelidir. Dünkü güneşle bugünün çamaşırlarını kurutmak mümkün olmadığı gibi aynı işleri tekrar ederek farklı sonuçlar elde etmek bir hayaldir. Dün yola revan olduğun insanla sınıfta kalmışsın, bugün aynı insana daha büyük bir sorumluluk yüklemişsin. Ve nihai hedefte de başarılı olacağını umuyorsun! Başarılı olmak mümkün değildir. Zira sokakta çete, trafikte terörist, sınıfta arsız bir gençlikle imtihan edilmemizin başkaca izahatı var mıdır? Bugün yeni nesil, okulları disiplin yuvası olarak görmüyor. Liseler ve ortaokullarda öğretmenlerimiz öğrencilerin saygısızca davranışları sebebiyle ders işleyemez hale gelmiş. İlkokullarda çocukların tik-tok kanalları var. Öğretmenleri velilerin emir eri zanneden, çocuklarının etrafında dönen bir dünyanın varlığına inanan veliler var. Eli kolu bağlı binlerce eğitim lideri okul müdürü gerçeği önümüzde duruyor. İkinci Murat (Fatih’in babası), Fatih Sultan Mehmet Han’ın hocası Akşemseddin’den çocuğunun ikbali için tokat yemiş bir padişahtır. Sultan Alparslan’dan, Fatih Sultan Mehmet Han’a, Yavuz Sultan Selim’den Kanuni Sultan Süleyman’a ve ötesinde Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e uzanan muallim-talebe ilişkisinin yeniden inşa edilmesi elzemdir. Zira eğitimde zayi edilecek tek bir bireyimiz yoktur. Asım’ın ve Nazım’ın neslini yetiştirmek sevdası ile çıkılan yolda, yol patikaya düşmüştür. Ne Asım’dan ne de Nazım’dan haber vardır. Tez zamanda yapılan hatalardan ders alınmalı, her alanın uzmanı kendi gemisinin dümenine geçmelidir. Bu tarihi bir sorumluluktur. Küllerinden doğmayı bekleyen bir Türk gençliği hazırdır. Sadece mangaldaki külün nitelikli insanlar, kaliteli eğitim liderleri tarafından üflenmeye ihtiyacı vardır. Siyasi kanadın ne pahasına olursa olsun nitelikli eğitimin, ülke geleceğinin teminatı olduğu gerçeğinden hareketle ehil kişileri yönetimin başına ataması, disiplin mevzuatının ciddi ölçeklerle yeniden okullarda hayat bulmasını sağlaması gerekmektedir. Aksi takdirde çok çok büyük bedeller ödenerek canımız yanacaktır. Zaman ve gençlik en büyük gücümüzdür ve kıymetini bilmek zorunda olduğumuz gerçeğimizdir. 

Yeni neslin yetiştirilmesinde yeterince zorlukla boğuşuyoruz. Teknoloji ve paydaşları gençliğimizi ve çocuklarımızı sıkı sıkıya kuşatmış durumdadır. Dokunmadığımız, duymadığımız, hissetmediğimiz bir sanal âlemin içinde dakikalık hüzün ve sahte gülmelerin ruhumuza yaptığı tahribatı göremedik. Biliriz ki, insan kendini insanda görür, insanda bilir, insanda tanır. Birbirimizin varoluş gerekçesiyiz. Sen yoksan ben yokum. Varlığın varlığımın teminatıdır. Sana dokunurum, sesini, nefesini hissederim. Üzülünce başımı koyduğum omuzun sıcaklığını, sevindiğimde çığlığımdaki çığlığını duyarım. Oysa sosyal medya öyle mi? Fıtratımız, facebook’la yatıp kalkmaya, instegramla kucaklaşmaya, twitter’ın omzunda ağlamaya/gülmeye göre ayarlanmamış. Bu sebeple ruhun ve bedenin hapsedildiği sosyal medya ortamlarının bize yaptığını düşman bile yapamadı. Evdeki en büyük teknoloji ürünlerinden birisi olan ev telefonunun yerine herkesin cebine interneti bağlanmış birer cep telefonu vererek en büyük kötülüğü yaptık beklide. Oyun çağındaki çocukların oyun bahçelerinde olması gereken zamanları odalarında test tost mantığı ile eğitmeye çalıştık. Ve daha acısı “Rızkın teminatı benim” diye buyuran ilahi emri unuttuk. Her sabah erken saatte günaydın deyip selam verdiğimiz mahalledeki bakkal amcalar azaldı birer birer. Sonra okula giden çocukların Ayşe teyzeleri, Fatma ablaları, Zehra yengeleri ayrıldı aramızdan, resimleri düştü gözümüzün önünden. Tüten bacaların ısıttığı evlerdeki insanların: çayı demleyen dedenin, kahvaltıyı hazırlayan ninenin, çocuklarıyla şakalaşan anne babaların sabah telaşeleri kayboldu. Yorgun argın akşam eve dönmelerin, aynı sofranın etrafında birlikte oturmaların ve akşam sohbetlerinin esamesi okunmaz oldu. Selamün aleyküm, hayırlı sabahlar, günaydın dediğiniz mahallemizin delikanlısı, hanım kızı, amcası, teyzesi, beyefendisi, hanımefendisi artık bir bilgisayar ekranında, ya da telefonun başında vakit öldürüyor. Karşısında hiç yüz yüze gelmediği insanlara layklar atıyor, merhaba yerine “mrb”, selam yerine “slm”, arkadaşım yerine”kankiş” diye yazıyor. Bu cümleler ısıtmıyor yürekleri yavan kalıyor değmiyor ruha ve bedene, hissetmiyor insan insanı. 

Kendi kültürel kodlarımıza acilen yeniden dönmek zorundayız. Bilgiyi evrensel, eğitim öğretim işlerini yöresel düşünmek ve yeniden düzene sokmak birinci görevimiz olmalıdır. Çok zaman kaybettik, çok canlar yaktık, yanıldık. Biliyoruz ki, gelecek; eğitilmiş nesillerle garanti altına alınabilir. Bu yüzden bir kez daha sesleniyorum ülkem yöneticilerine. İşi ehline teslim ediniz. Ve kaybolan adaleti yeniden tesis ediniz. Bu canınızı yaksa da, sıksa da yapınız. Aksi takdirde kaybeden sadece siz, biz olmayacağız. 

Bir dost sohbetini özlüyor insan. Deniz kenarında kıyıya vuran dalgaları, martıları özlüyor. Dağ başında ışığı olmayan yüreklerin aydınlattığı dost meclislerini özlüyor. Hâsılı özümüze dönmeyi çok arzu ediyoruz. Tüm teknolojilerden uzak durmak değil maksadımız. Vakit varken vaktin içini doldurmak. Dünyanın döndüğünü biliyorken içinde dönenlerden de haberdar olmak istiyoruz. Biz dünyanın gülen yüzü olma sevdasında yaşamaya talibiz. Ya siz?

Geldiğimiz yer mi?

Nereden nereye…

İrfan ERTAV

Yazar

İnstagram: @yazar.irfan_ertav 

Facebook: Uzman Muallim   

G-mail:[email protected]

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.